Blog

Blog

Obsesif Kompulsif Bozukluk

Obsesif ve Kompulsif Bozukluk; istenmeyen ve zorlayıcı düşüncelerin, rahatsız edici imgelerin ortaya çıkması ve sonrasında da bu korkulan olayların/durumların önlenmesine yönelik davranışlar sergilenmesi diye açıklanabilir. Bir başka tabirle başımıza gelmesinden korktuğumuz bir durum karşısında aldığımız işlevsiz önlemler zinciridir.

Obsesyonlar; kişinin kabul etmekte zorlandığı, kontrolü dışında ortaya çıkan, tekrarlayıcı düşünce, görüntü ve tepkilerdir. Yaşanan bu obsesyonlar ne kadar kabul edilemez olursa yaşanma sıklığı da o denli artar ve yönetmesi de o denli güçleşir. Kişinin anlamlandıramadığı bu obsesyonlar kesinlik içermemekle beraber, “acabalar”, “ya olursalar” içerir. Yani şüphe dediğimiz bu obsesyonlar bir kısır döngüye girmektedir. Bu kısır döngüde bir süre sonra insanda bir yenilmişlik duygusu yaratır. Bu bile tek başına insanın öz güvenini sarsan bir durumdur. Çünkü oksitosin hormonu (mutluluk veya özgüven hormonu diye de bilinir) hayatınıza yeni bir şey kattığınızda salgılanmaktadır. Ama bu rahatsızlıkta insan bir kısır döngü içinde hep aynı şeyleri düşünüp aynı güvenlik önlemleri almaya (kompulsüyonlar sergilemeye) devam eder ve mutlu olmak bu insanlar için bazen çok uzaklarda bir durum olmaktan öteye geçemez.

Kompulsiyonlar ise obsesyonlara tepki olarak ortaya çıkan ve engellenemeyen yineleyici davranışlardır. Yani obsesyonların yarattığı kaygıyı en aza indirgemek için yapılan güvenlik davranışlarıdır.

Mesela kirlenmişlik hissinden kurtulmak için devamlı ellerini yıkayan, evinin temizliğine günde 3 saatten fazla zaman harcayan ya da sevdiği insanların başına kötü şeylerin (kaza, ölüm vs.) geleceği obsesyonları olan ve onları sürekli olarak arama, telefonuna ulaşamadığı zamanlarda krizler geçirme, ısrarla görmek isteme gibi kompulsüyonlar gösteren kişiler buna örnek olarak gösterilebilir.

Obsesif ve Kompulsif Bozukluk yaşayan kişinin ruh hali bozulur, bilişsel süreçlerde kırılma yaşar, algısı ve iradesi zarar görür. Bunların sonucunda işi, sosyal hayatı ve yaşam kalitesi ciddi anlamda düşer. Bu rahatsızlıkta kişinin yaşadığı zorluklara bir de utanç duygusunun eşlik etmesiyle bu rahatsızlığı herkesten saklamaya çalışır.

Obsesif ve Kompulsif Bozukluğun tedavisinde psikoterapi sıklıkla kullanılan bir yöntemdir. Öncelikle bu rahatsızlığı tetikleyen anı veya anıları bulma, sürdürücü etmenleri ve kaçınma davranışlarını tespit etme, maruz bırakma gibi yöntemler kullanılmaktadır.

Çocuklara Doğum Nasıl Anlatılır?

Geleneksel Türk ailesinde cinsellik içeren konular aile içinde konuşulmaz, ayıp sayılır, çocukların merak ettikleri sorular apar topar kapatılır yada en hızlı şekilde konuyu kapatacak cevaplar verilerek konuşmaktan kaçınılır. Çocuğun nasıl doğduğuna dair en yaygın verilen cevap ise seni leylekler getirdi olur. Bu cevap çocuk dünyasında bir süreliğine merakı giderse dahi çocuğumuz eninde sonunda bir çocuğun nasıl doğduğunu öğrenecektir. Kafasında konuya dair pek çok çelişki, kabullenememe, hayal kırıklıkları gibi cinselliğin doğası ve onu yönlendirdiğimiz cinsel anlayış arasında çelişkili duygular yaşayacaktır. Bu da çocuklarımızın gelecek hayatlarında pek çok çelişki ve sorun yaşayabilmelerine neden olur. Bu yüzden çocuklara gerek cinsiyet gerek kendi varoluşlarıyla ilgili açıklamalar yaparken her zaman gerçek ya da gerçeğe en yakın açıklamayı yapmalıyız.

Çocuk dünyasıyla alakalı bizlerin anlayamadığı şudur: Biz yetişkinlerin kafasındaki cinsellik çocukların zaten kavrayamayacakları bir konudur. Çocuğa açıklama yaparken her zaman çocuğun yaşı, anlayabileceği düzey ve kavrayabileceği kelimeler göz önünde bulundurularak anlatılmalıdır. Aksi taktirde çocuğun sorduğu soruya cevap vermekten ziyade kafasını daha fazla karıştırmış oluruz.

Çocuğun merak ettiği konu ne olursa olsun tatmin edeceği cevabı ailesinden almazsa mutlaka bu cevabı dışarıda arayacaktır. Bu da hem bir şeyleri yanlış, yarım yamalak öğrenmesine neden olur, hem de aldığı cevaplar ailesinin aktardıklarından büyük farklılıklar gösteriyor ise çocuğun iç dünyasında konuya ilişkin çelişkiler yaşanmasına neden olacaktır.

Çocukların doğumla ilgili soruları iki ana gruba ayırabiliriz. Bunlar, bebeğin nasıl oluştuğu ve çocuğun nasıl doğduğudur. Aileler doğumdan çok bebeğin ilk nasıl oluştuğu konusunu açıklamakta daha fazla zorlanmaktadırlar. Çocuklar sık sık ben yada kardeşim senin karnına nasıl girdik, bebek nasıl yapılır, benim de bebeğim olur mu gibi sorular sorarlar. Buna vereceğimiz cevap şöyle olmalıdır; bebek sahibi olmak için çocukların büyümesi lazım. Büyüyünce tabii ki senin de çocuğun olacak diyebiliriz.

Beş yaşın altı çocuklara bebeğin bir tohumdan geldiğini anne karnında özel bir bölmede (cep gibi, kese gibi) korunduğunu, ilk başlarda mercimek kadar küçük olduğunu anne karnındaki özel yerde dokuz ay boyunca büyümeye devam ettiğini, bebek annenin karnında büyüdükçe annenin karnının da büyüdüğünü belli bir boya ve ağırlığa gelince anne karnının alt kısmında doğum yapmak için bir delik açılacağını bebeğinde doktor yada ebe tarafından buradan çıkarılarak anneye verildiğini anlatabilirsiniz. Bu genelde beş yaş ve altı çocuklar için tatmin edici bir cevap olacaktır. Altı yaş ve sonrası için verdiğimiz bu cevap yeterli olmayabilir. Çünkü bu yaşlarda çocuklar daha araştırıcı ve meraklı olacaklardır. Önceden anlattığımız her şeyi tekrar anlatabiliriz. Bunu dışında daha fazla yanıt verebilmek için resimli bir kitaptan yada kalemle çizerek fetüsün ne olduğunu, anne karnında nasıl durduğunu, büyüme aşamalarını anlatabiliriz. Anne ile bebeğin aralarındaki göbek bağını bu yolla bebeğin nasıl beslendiğini anlatabilirsiniz. Abi yada abla olmuş çocuklar bu tip açıklamaları daha rahat anlayacaklardır. Çünkü annelerinin hamileliklerinin ilk dönemlerine tanıklık etmişlerdir. Eğer çevremizde hamile bir yakınımız varsa bu iyi bir fırsat olacaktır. Çocuğa bu kişiyi gösterebiliriz, elini karnına koydurup fetüsün hareketlerini izletebiliriz. Yeni doğmuş bir bebeği göstererek ne kadar küçük olduğunu yada çocuğunu emziren bir anneyi izleterek bebeğin ilk doğduğunda nasıl beslendiğini öğretebiliriz. Bütün bunlar oldukça faydalı olacaklardır.

Eğer çocuk babanın doğumdaki rolünü merak ediyorsa ona bebeğin oluşumunda tohumlardan birinin anneden diğerinin babadan geldiğini ve bu iki tohumun birleşince bebeğin oluştuğunu söyleyebiliriz. Eğer bu cevap yeterli olmuyorsa anne ve baba çocuk yapmayı çok istiyorlarsa ve buna karar verdilerse o zaman çocuk sahibi olduklarını söyleyebiliriz.

Dokuz, on yaşlarından itibaren ise bu açıklamalar çocukların meraklarını gidermekte yeterli olmayacaktır. Bu yaşlarda artık çocuğa spermi ve yumurtayı anlatmakta hiçbir sakınca yoktur. Merakları giderilmiş olan çocuk ilgisini farklı konulara yönlendirecektir.

Bu tip konularda yapacağımız açıklamalar ne olursa olsun hep dikkat etmemiz gereken şey yaptığımız açıklamanın gerçeğe yakın olması, çocuğun dünyasında anlaşılabilinir ve tatmin edici olmasıdır.

Çocukları Sevgi ve Disiplinle Yetiştirebilmek

Sevgi ve disiplin birbirine aykırı görünmelerine karşın aslında çocuk yetiştirmede birbirlerini tamamlayan iki unsurdur. Önemli olan her ikisini de uygularken çocuğun yaşına ve ihtiyaçlarına uygun şekilde uygulayabilmektir.

Çocuk gelişiminde sevgi kadar disiplinin de önemi vardır. Sevgi ve hoşgörümüz, çocuğun temel güven duygularını pekiştirir, daha özgüvenli ilişkiler kurmasına, çevresini daha cesaretle keşfetmesine vb… sağlar. Disiplin ise çocuk açısından tamamlayıcı bir unsurdur. Burada bahsedeceğimiz disiplin çocuğu hizaya sokacak, yaramazlıkları önleyecek bir anlayıştan farklıdır. Çocuğun disiplin yoluyla sorumluluklarını kavrayabilmesi, sınırlarının farkına varıp buna göre daha doğru ilişkiler kurabilmesi, seçimlerini daha rahat yapabilmesi ve problemlerini daha başarılı çözebilmesi amacıyla uygulanmalıdır. Çocuklar büyüdükçe bu iki kavramın doğru ve tutarlı uygulanabilmesinden son derece fayda göreceklerdir.

Öncelikli olarak sevgiden bahsedecek olursak düşünmemiz gereken çocuklarımızın tamamıyla bize bağımlı ve muhtaç bir yaşam sürüyor olduklarıdır. Bizler çocuklarımızı severken çok fazla düşünmediğimiz kendi olumlu duygularımızla mı, yoksa kırık dökük hayatımızda bir teselli bulabilmek için mi onlara sarılıyoruz. Bu anne babalar açısından büyük bir handikaptır. Çünkü bize ağır gelen sorunlarımızdan uzaklaşabilmek için çocuklarımıza sarılmamız aslında onların gerçek anlamda ihtiyaç duygukları sevgiyi verebilmemizden bizleri uzaklaştırır. Unutmayalım ki yetişkinler olarak çözemediğimiz sorunlarımız için derman bulabileceğimiz en son kişiler çocuklarımızdır. Bu açıdan düşünürsek yetişkinler olarak yaşadığımız bütün sorunların çocuğun dünyasına ait olmadığını anlarız. Çocuğumuzla kuracağımız ilişki, onun dünyasına ait merakları, sorunları, sorumlulukları vs.. içermelidir. Kendi kişisel kaygılarımızı çocukla kuracağımız ilişkinin içinde yaşarsak herşeyi hem çocuk hem de kendimiz açısından anlaşılmaz ve işin içinden çıkalamaz bir hale getiririz.

Bütün bunları göz önünde bulundurarak düşünürsek çocuğumuza koyacağımız sınırlar ve kurallar, çocuk için anlaşılır olmalıdır. Aile olarak kendi içimizde tutarlı ve ortak şeyler söylemeliyiz. Birimizin yasakladığı bir şeye diğerimiz izin veriyorsa bu yasak çocuk açısından anlamsızlaşır. Çocuk her zaman faydacı davranacaktır. Anneden koparabileceği izni anneden, babadan koparabileceği izni babadan istemeye başlar, yada birisi izin vermezse diğerinden izin ister. Bu durum çocuklarımız açısından tutarsız bir ilişki ağı olup bir türlü sınırlarını bilememesine ve her fırsatta aynı konuları dayatmasına neden olur. Ebeveynlerin özellikle göz önünde bulundurması gereken şey budur. Çocuğu kimin daha fazla sevindirdiği değildir. Zaten bu tip bir çelişki ileride çocuğumuzun sosyal yaşamda pek çok yaşamasına neden olacaktır. Evde aile büyükleriyle yaşıyorsak (büyükanneler, büyükbabalar) bu konuda özellikle onları da bilinçlendirmeliyiz. Torunlarına karşı çok daha yumuşak yüzlü olabilirler. Böyle bir durumda annen baban izin veriyorsa diye teyit almaları gerekir.

Koyduğumuz kuralların, verdiğimiz cezaların çocuk açısından anlaşılır ve akla yakın olması gerekir. Aksi taktirde çocuklar için için kırgınlıklar yaşarlar, anlaşılmadıkları ve sevilmedikleri duygusuna kapılırlar. Çocuk, sevgiyi aldığı zamandaki gibi disipline edilirken de sevinç ve mutluluk yaşamaktan hoşlanır. İşte bu yüzden çocuk disiplininde ödül her zaman cezadan daha fazla işe yaramaktadır. Çocuklarımızın günlük düzenini (bilgisayar, sokak, ders, yemek gibi), her zaman yapmaktan hoşlanmadığı yada zorlandığı faaliyeti, zevk aldığı uğraşın yapılması için gerekli bir iş olarak sunmalıyız. Bu şekilde zevk aldığı işler otomatik olarak sorumluluklarını gerçekleştirmenin ödülü biçiminde sunulacaktır. Tabi bunu yaparken sınırsız olmamalıyız, eğlenceli faaliyetinde sınırları olmalıdır, bunu nasıl kullanacağına da çocuk karar vermelidir. Çocuğun güvenliği ve sağlıklı gelişimi açısından ondan sorumlu olan ailelerdir. Bu yüzden sınırlar koyarken otorite biz olmalıyız. Aşırı otoriter olmak kadar otorite koyamamakta sakıncalıdır. Bu konuda özellikle yapamayacağımız şeylerle tehdit etmemeliyiz (bacaklarını kırarım, pipini keserim vs..). Bu şekilde bir davranış hem otorite koyamamamıza hem de çocuğumuzun ruhsal yönden sıkıntılı bir gelişim izlemesine neden olacaktır. Aynı şekilde çocuğun istediği herhangi bir şey içinde tutamayacağımız sözler vermemiz son derece sakıncalıdır. Buna örnek olarak çok pahalı olan, alamayacağımız şeyleri bir gün alacağımız hayalleri kurdurmamızı söyleyebiliriz. Bu, o anda çocuğun bunu ertelemesine yarasa bile ileriki hayatında çocukluğunda hayalini kurupta ulaşamadığı şeylerin gelecekte ki birer yansımaları olacaktır. Muhtemelen kişinin normalde elde edebilmesinin zor olduğu şeyleri elde edebilmek için sınır tanımaz bir hırsla çabalamasına neden olacaktır.

Çocuğumuz yolda, alışveriş merkezinde bizden bir şey istiyor ve bizde alamıyor isek ve çocuk inatla ağlıyor ve diretiyor ise yapılacak en mantıklı şey sabırlı olmaktır, dövmek ve çekiştirmek değil. İstediği ağlasın, kendini yerlere atsın, sabırlı olmalıyız. Eve döndüğünde unutur, ve bu tecrübesinden ağlayarak isteklerini gerçekleştiremeyeceğini öğrenmiş olur. Tekrar etmemeye başlar. Özellikle dayaktan kaçınmalıyız çünkü bu çocuk açısından ders verici değil gurur kırıcıdır. Çocuk cezalandırılırken mutlaka bunu niçin yaşadığını bilmek ve anlamak zorundadır. Yoksa olumlu davranışları pekiştirmek, olumsuz davranışları azaltmak hedefinden uzaklaşmış oluruz. Dövmek, çocuğun sorunlu olduğunu değil, bizim zorluklar karşısında zayıf ve tahammülsüz olduğumuzun göstergesidir. Çocuğa verilecek en iyi ceza onun zevk aldığı faaliyetleri kısıtlamaktır, doğru olan davranışları da sevgi ile ödüllendirmektir. Bazen sıcak bir sarılış, onlara alınacak pahalı bir hediyeden çok daha değerli olabilir. Onları maddi şeylerden daha fazla sevgimizle ödüllendirmemiz, çocukların benlik değerlerinin daha sağlam olmasını sağlar.

Bazen disiplin açısından eğlence ve oyuncak çok iyi fırsatlar sağlayabilir. Öncelikle çok fazla oyuncak almanın zararlı olduğunun bilinmesi lazım. Bu, çocuklara oyuncakları daha değersiz ve her istediğinde ulaşılan nesneler haline getirir. Halbuki gelecek hayatlarında istedikleri bir kaç seçenek arasında seçim yapmak zorunda kalacaklardır. Elde ettikleri şeylere daha az değer verecek ve buna dair sorunlar yaşayacaklardır. Çoğu aile kendi çocukluklarında yaşayamadığı yada çok yoğun olup çocuklarıyla yeterince ilgilenemediği için duydukları bu sıkıntıyı onların her istediğini alarak gidermeye çalışır. Bu çok yanlış bir davranıştır. Kesinlikle elde ettiğine değer verebilmesi için ona vakit tanımalıyız. Yaklaşık üç dört haftada bir oyuncak alınmalıdır. Birden fazla beğendiği oyuncak varsa aralarından birini seçmek ve diğerlerini gelecek sefere ertelemek için onları teşvik etmeliyiz. Eğer pahalı ama alabileceğimiz bir şeyi istiyorlarsa onlara bu oyuncağın parasının küçük bir kısmını biriktirmesini üstünü bizim tamamlayacağımızı söyleyerek yönlendirebiliriz. Bu özellikle çocuklara arzu ettikleri şeylere ulaşabilmek için emek vermeyi ve çaba sarfetmeyi öğretir.

Eğer kardeşi varsa her iki çocuğa da kendi aralarında paylaşmayı özendirmeliyiz. İleride sosyal hayatlarında paylaşmak istemiyor olmaları, onların yalnız ve mutsuz bireyler olmalarına yol açacaktır. Bunun için çocukları birbirleriyle kıyaslamamalıyız.

Bizlere hoşlanmadığımız davranışlarda bulunuyorlarsa anneye-babaya böyle davranılmaz dememeliyiz, bu çocuk açısından anlaşılmaz bir kuraldır. Bunun yerine özdeşim yaptırıp sen böyle yaptığın zaman çok üzülüyorum, çok kırılıyorum gibi açıklamalar yapmamız daha çok işe yarar. Buna rağmen kırıcı yada inatlaşıcı davranışlarda bulunmaya devam ediyorlarsa, muhtemelen bizlere kırgın, kızgın olduğu konular vardır. Davranışları, bu duyguların dışa vurumudur. Sorunun ne olduğunu araştırmalıyız. Çocuğun sorunları hakkında asla onun yanında konuşmamalıyız. Bu çocuğa fayda değil zarar verir.

Unutmayalım ki sevgi, anlayış, hoşgörü ve sabırla yetiştireceğimiz çocuk sağlıklı bir yetişkin olacaktır. Kişisel endişelerimizin, hayallerimizin, yaşamdaki stres ve sorunlarımızın hepsi biz yetişkinlerin kişisel olarak çözmesi gereken sorunlardır. Çocuğumuzla kuracağımız ilişki ile karıştırılmamalıdır. Doğada her canlının çocuk yetişitirirken amacı çocuğun güvenliğini ve ileride kendi kişisel hayatında ayakta durabilmesini sağlamaktır, karşılaştığı sorunları çözebilmesi ve yetişkin bir birey olarak kendi amaçlarını, hedeflerini kendisi için doğru şekilde ortaya koyabilmesini öğretmektir.

Bizim istediğimiz kimliğini kazanmış olan bizimle, kendisiyle ve çevresiyle olumlu ilişkiler geliştirebilen, yaşadığı sorunları biz başında olmasak bile çözebilen, zorluklar karşısında direnebilen, ne istediğini bilen ve enerjisini doğru şekilde kullanabilen bir çocuk yetiştirebilmektir. Bunun için çocuklarımızı yeteri kadar dinlemeli ve onların fikirlerine değer verdiğimizi gösterebilmeliyiz.


Whatsapp